23 Nisan 2013 Salı

Çocukluğa Dair

Zaman geçiyor, değişmeyen tek şey değişim denir ya hayır. Onun hızı da değişiyor, artıyor. "Bizim zamanımızda" demenin yaşı küçüldü. Öyle ki bakın ben bile diyorum. Bugün twitter'da "çocukluğumdan aklımda kalan" gibi bir tag görünce böyle bir şeyler karalayasım geldi.

90'lı yıllar tabii ki cennet değildi. Belki de Türkiye'nin en berbat yıllarıydı. Ama biz çocuktuk. Gerçekten çocuktuk hem de. Dünya bu kadar büyüklükle dolu değildi, büyüklükle ilgili planları düşünecek daha çok zaman vardı, "büyüyünce ne olacaksın"dan başka kafamızı kurcalayan soru yoktu."Biz"i övebileceğim şeyler sınırlı- gerisi bizim hayal gücümüze kalmıştı çünkü. Ama her şeyden öte  bilgisayarda da oynadık sokakta da. Televizyon da izledik evcilik de oynadık. Ama her şey şimdikinden daha renkliydi buna eminim.

(Küçüklüğümde en sevdiğim grup Aynaydı bu arada. Dinleyin.)

Pokemonlara, tasolara hiç girmeyeceğim bile.










Bir de benim ve Türkiye'de bilim seven her gencin geçmişine yer etmiş bir yayın var ki onu övmeden geçemeyeceğim.

Bu gördüğünüz çok eski sayılardan biri. Okumayı öğrendiğimden beri okuduğum en müptelası olduğum dergiydi. 6-16 yaş aralığımdaki bütün sayıları elimde vardı ama malesef yer kalmadığı için bir çoğunu bağışladım. Kartları hala durur.

Ne yazık ki TUBITAK özerkliği kaldırılmış bir kurum ve bu durum bir çok yayınına da yansıyor. Ne zamandır okumuyorum gerçi son hali nasıldır bilmiyorum.(Bi ülkenin başbakan ve bakanlar kurulunun ne işi olur bilim ve araştırma kurulunun profesörleriyle bunu da anlayabilmiş değilim bu işin neresi siyasi?)

Çocukluk denildiğinde aklımda bunlar kaldı. O zamanlar 7-70 sınav manyaklığı yoktu, okulun, insanların parasıyla katılmadığı o binanın bir değeri vardı- iyi kötü hayata hazırlayan oydu çünkü.


Bugün alışamadığımız teknolojinin altında ezilen, zekası yorucu ve gereksiz bir müfredatla ve sınavlarla köreltilen bir çocukluktan çok daha iyiymiş yoklukla geçen bir çocukluk.

Amacım duygusallaşmak değildi ama öyle oldu. Buralarda bir şey planlayıp yazmam çok nadirdir, çoğu kez kendimi klavyeye bırakıp gidişata göre aklıma geleni yazıyorum. Bu sefer de böyle oldu.

Sonuç olarak, çocuk kalmayı başarabilenlerin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun.

18 Nisan 2013 Perşembe

Dünyayı Güzellik Kurtaracak 1-

....bir insanı sevmekle başlayacak her şey. Dile pelesenk, ömre pelesenk, şiire sebep, şiire sebep olduğu için de daha bir çok şeye sebep Dostoyevski'nin Budala'sının Prens Mişkini'nin söylediği başa bela söz.

Eskiden ikinci cümleyi bir kenara atar dünyayı güzellliğin kurtaracağına itiraz ederdim. Ve hatta derdim ki: Dünyayı sevmek kurtaracak, bir çirkini sevmekle başlayacak her şey! Güzelliğe dair, sevmeye dair fikrim gelişmediğinden mi? Bilmiyorum. İşin aslı tanımını kendim yaptığım güzellikte bir özellik de bulamamıştım. Güzel vücutlar boş suratlar sonra güzel suratlar boş mimikler sonra yalancı mimikler boş gülüşler sonra her şey güzelken boş olan insanlar ve sonra ve sonra....

O kadar tehlikeli ki güzellik. Gözlerimizi güzellik bulandırıyor denebilirdi. Kendimi anti zerafet tanrısı ilan etmiştim. Almanlardan bile beter düşünecektim, her şeyi mühendislik bir işlevsellikle değerlendirip zevki, simetriyi,ahengi sona atacaktım. Öyle demiştim. Bilimsel biriydim çünkü, benim görevim değişkenler yaratmak değil x'leri y'leri çözmekti. Bunun için x'leri daha güzel değil daha farklı çizmeliydim. 2 ile karışmasın diye z'ye ortasından çizgi koymalıydım. Dilekçeler güzellikle yazılmazdı. Çekici de güzel ustalar vurmazlardı duvarlara. Sonra ben güzellikle uğraşamayacak kadar işi gücü olan biriydim. Ellerimi güzelliği önemsemeden kirletir, güzelliği önemsemeden çalışır terlerdim.

Bunlar lirik şiirden önceydi tabi, nihilizmdense hem önce hem sonraydı. Nietzsche'yi küstürmeden önceydi, İkinci Yeni'ye bulaşmadan önce. Çarklar dönüyordu ve ben diş olmaktan memnundum. Akreple yelkovanı oynatan bendim adeta, sonra pil bitti, sonra saat durdu, sonra çıldırdım.

Yavaşça çıldırdım, ani olmadı. Önce tahlil ettim, kendimi bir labaratuvara koydum. Güzellikten bir gülümseme örneği. Veriler tutuyordu. (Bilime toz kondurmayız) bir de mütalaalar aldım. Bir insanı sevmekle başlayacaktı herşey. Başlamalıydı. Başlamasaydı bir deney yarım kalırdı. Ben denektim, dünyayı kurtaracak bir ilacın deneği. İnsanlık için, (kendim için), sevgi için (kazanmak için) Prens Mişkin'i kanıtlamak için.(Budalanın teki için). Amacım ulviydi. Belki bilimi felsefeye açardım, bilge ve güzel olurlardı böylece. Ve sorulacak sorusu kalırdı dünyanın.


Günce

Merhaba,

Kendimle konuştuğum zamanlardan geliyorum (blog başka ne işe yarıyor ki?) Kendimle konuşurken bu şarkıyı sık sık anarım(Nev-Benmişim) 2004 yılına ait bu şarkı hiçbir zaman güncelliğini yitirmedi, yitirecek gibi de görünmüyor. Şarkıyla başlarsam güzel olur diye düşündüm.

Şu aralar  canım biraz fazla sıkılıyor. Sınavlar bitti ve kendimle fazlasıyla başbaşa kalma fırsatı-ya da talihsizliği mi dersiniz- buldum diyebilirim, neyse kendimi yememi başka zamana saklarım. Yeni bir şeylerle uğraşmak gibi bir arayışa girdim, tabi haliyle kitaplar filmler sardır sardırabildiğin kadar...

Büyük de bir pişmanlığım var ki Türk Edebiyatını çok geç keşfettim. Mesela Sabahattin Ali'yi bugün okuyorum. Şiirleri ayrı bir güzel ki şu an okumaya başladığım "İçimizdeki Şeytan" kitabında çok güzel cümleler buldum.

Kimileri doğuştan kurgucudur, böyle arkadaşlarım var. Bunu edebiyatın içinde özerk bir yetenek gibi görüyorum. Olayları kurgulama, tüm değişkenlerin üzerinde bir matematik gibi hesap yapabilme ve bir oyun hamuru gibi oynayabilme. Güzel bir yetenek. Kimileri ise cümlecidir. Şiir yazmak gerçekten düz yazıda, romanda,hikayede cümleci olmaktan daha kolay. İşte bunu ustalıkla yaptığını görüyorum Sabahattin Ali'nin. Oğuz Atay'dan sonra bu özelliği Sabahattin Ali'de de gördüm.. Neyse ben beğendiğim alıntıları yapayım.


"Bana istenecek bir şey söyle, uğruna can verilecek bir şey söyle, hemen dört elle sarılayım"

“Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün… Fakat içimde öyle bir şeytan var ki… bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş. Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız… Senin dünyaya hakimiyet planların bile eminim ki onu mahsülü…”

Bir de Rüzgar Şiiri var ki beni bitirdi.

"...Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgar! Benim artık yalnız sana itimadım var. Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben, Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden Etrafımın sözlerine asla aklım ermedi, Etrafımda bana asla kulak vermedi. Senelerden beri hala anlaşamadık, Ben de kestim anlaşmaktan ümidi artık. Gözlerimde hakikati sezen bir nurla Etrafımı süzüyorum biraz gururla, ... Benim kafam acayip bir dimağ taşıyor. Her dakika insanlardan uzaklaşıyor. Zaman zaman mağlûp olsam bile etime, İnsan olmak dokunuyor haysiyetime. Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum, İşte rüzgar, şimdi sana sığınıyorum! Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta En asil şey seni buldum bu kainatta, Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır, Ne süse, gösterişe bir baktığın vardır. Deniz gibi muamma yok derinliğinde, Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde. Bir dev gibi küçük mızmız sesleri yersin Allah gibi görünmeden hüküm sürersin...."

Bir de Sezen Aksu ve Nükhet Duru'nun şarkı olarak yorumladığı Melankoli şiiri var ki ona ait:


"Ne bir dost ne bir sevgili
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar melankoli"

Sonuç olarak bugün yeni bir yazarın yeni bir dünyasına adım atmış bulunduğumu sevinerek, o kişinin Sabahattin Ali oluşunu ise utanarak söylüyorum.




Sanırım aklıma gelenler bu kadar, yazacak kıvama ulaştığım bir gün görüşmek üzere...