18 Ağustos 2012 Cumartesi

Dünya Düzeni-Banka

Aslında amacım uzun soluklu bir yazıyla başlamaktı. Ama bir kaç belgesel izledim, bana pek söz kalmadı.
Aşağıda önereceğim 10-15 dakikalık belgeselleri izlerseniz kuyumcudan bankaya bankadan dünya düzenine giden yolu görebilirsiniz.



17 Ağustos 2012 Cuma

Alamut'a Dönüş

Merhaba! İlk olarak tarihi bir romandan başlamak istedim. Beni tanıyanlar, daha doğrusu konu hakkında kafasını çok şişirdiklerim, bilirler iki çeşit romanı çok severim: Tarihi roman ve psikolojik roman. Bu da ilk kategoriden biri işte. Bu kitaptan bahsetmeden önce yazarlarının birbiriyle pek alakası olmamasına rağmen dönemi ele alan iki ünlü roman olduğu için adeta bu romanla bir üçleme gibi görünen diğer iki romandan da kısa bir özetle bahsetmek isterim.

Alamut:Fedailerin Kalesi-Wladimir Bartol
Güzel bir kitaptı, sürükleyiciydi. "Tarihi sevdirmek" anlamında etkili bir örnek olabilir ancak gerçekçi değil. Belirtmek isterim ki "Bunlara haşhaş içiriyorlar kendilerini cennette sanıyor" hikayesi Marco Polo'nun Anadolu'da duyduğu dedikodulardan öte değildir. Hasan Sabbah'ın gerçek dehası bunu haşhaşsız yapabilmekte değil mi zaten? Bir de kitapta Hayyam-Nizamülmülk-Hasan Sabbah aynı okulda kardeş kardeş okumuşlar da sonradan bu hale gelmişler gibi anlatılmış. Bu da olması yaş farkından ve yetiştikleri yerlerden dolayı imkansız bir olaydır. Bunun dışında kitap iyiydi








. Semerkand-Emin Maluf(ismi Amin Maalouf yazmadım diye şaşırmaya hakkınız yok. Arap alfabesinden geliyor, İngiliz fonetiğinde yazmak zorunda değilim)

 Bu da güzel bir kitaptı ancak çok fazla Türk karşıtlığı gördüm. "Hasan Sabbah olayını Aptal Türkler ve Farslar birbirini yiyordu" gibi anlatmış. Bu bakış açısı nedeniyle hoşuma gitmedi. Ama biraz daha araştırmaya dayanan gerçekçi bir kitaptır. Zaten esas konusu da Hasan Sabbah değil  Ömer Hayyam.













 Şimdiii gelelim Alamut'a Dönüş Kitabımıza.

 Bu kitabın diğer ikisinden farkı şu: Bir kere ortadoğuda bir karakteri ele almadığından gerçekten batının bakış açısıyla anlatıyor. Alamut Kalesi kitabında olduğu gibi batılımsı bir doğulu yok işin içinde. Bu sayede gerçekçiliğini koruyor. Bir de yazar bir oryantalist gibi davranmaktan çok Hasan Sabbah'a hakettiği gizemi verip kendi bilgisini daha çok batıdaki gelişmeler üzerine konuşturmuş. Tabi bunu yaparken de islamiyet hakkındaki bilgilerini de gözler önüne sermiş.

Kitabın ana karakteri Orlando. Adrian adında bir ikiz kardeşi var. Bu iki kardeş tapınak şovalyeleri. Arap hayranı babalarından öğrendikleri Arapça ve Latince bu iki kardeşin en büyük özelliği. Tapınak şovalyeleri Adrian'a Hasan Sabbah'ın adamlarının arasına sızma görevi veriyor ancak Adrian'ın daha sonrabir Dük'e suikast yaptıktan sonra öldürüldüğü öğreniliyor. Orlando'ya verilen görev Haşhaşilerin arasına girerek kardeşinin kılığına bürünmek ve gizemlerini çözmek oluyor.

Kitap Alamut'ta sıkışıp kalmamış, Tapınakçı ajanı Benedict'in maceraları ve Friedrich Barbarossa ile Papanın ilişkilerini de çok iyi anlatmış.

Okuduğum en iyi tarihi romanlardan biriydi. Herkese tavsiye ederim.

Kitap

Merhaba! Düşündüm ki haftada en az 1 kere okuduğum bir kitap hakkında bilgi versem hem böyle entelektüel falan görünürüm siyah gözlük takarım(bkz: (H) ) hem de ne bileyim bilgi paylaşmış olurum. O zaman projeme bir sonraki yazımda başlıyorum.

14 Ağustos 2012 Salı

Yalnızlık

Çok edebiyat yapılır yalnızlık üzerine, ağzı olan konuşur. Herkes postmodern olmuştur. Dün mahallede deli diye dalga geçilen çocuklar unutulmuş, herkes deli ve anormal olmuştur. Yalnızlık da bu hale geldi işte. Herkes yalnız oldu. "Yalnızlığın bilincinde olan insan olgundur" dendi ya da "yalnızlık büyütür". Yalnızlık sözleri ya ergenlik ya da güçsüzlük belirtisine dönüştü.

Ama neydi yalnızlık? Bir insanın ruhunun yalnızlığı var. Kendisi gibisini bulamama, dışlanmaksızın ötekileşme, yabancı hissetme var. Böylesinin çözümü yok. Ama alışabiliyor insan. Belki  bu "olgunluk, gerçeklik" vs diye edebiyat parçaladıkları şeydir. Ama somut bir yalnızlık da oluyor insanın hayatında.

Hayatının en genç çağları mesela, imkanlar olarak olmasa da kafan konusunda şımartılmışsın. Her işi başaracağın söylenmiş sana, her olayı çözeceğin. Kendi dünyanda kralsın. Küçücük bir yerde saygı duyulan kişisin. Sonra bir anda yeni bir ortama giriyorsun, ortamdaki herkes kendi dünyasının kralı. Üstelik senden daha kolay benimsemişler bunu.

İnsanlarla aranda sonsuz bir ayrım hissettiğin oldu mu hiç? Bu üstün olduğun yönündeyse kendini kandırıyor olabilirsin, ya da gerçekten üstün olabilirsin. Ama sonuçta kendini de kandırsan senin canını kimse yakamaz.

Ama ya ötesi? Bulunduğun ortamda görünmez gibi hareket ettiğin oldu mu hiç? Öyle bir duygudur ki insanlar senden nefret etsin istersin. Her gün bir kavga çıksın herkes düşman olsun daha iyi diye düşünürsün. Sıfır olmaktan daha iyi değil mi her şey? Zarar vermek etkisiz olmaktan, nefret edilen olmak önemsiz olmaktan daha iyi gibi gelir. Kendini kandırıp başaramazsın en nihayetinde.

Hiç koridorlarda,sokaklarda muhabbet edebileceğin bir kişi için dolandın durdun mu? On dakikalık bir muhabbete ya da sadece bir selamlaşmaya dilenci oldun mu hiç?

Ya sevda, peki ondan mahrum kaldın mı? Hiç karşılığını göremeyeceğini düşündüğünden bir daha sevemediğin oldu mu?

Yalnızlık büyütür ve çürütür derler. Bu da bir yanılsamadır. Bunu da yalnızlığı bilmeyenler söylüyor. Yalnızlık çürütebilir ama yalnızlık büyütmez! Seni hayattan izole eder, yalnızlıkla kendinden başkasını öğrenemezsin ve yalnızlıkla öğrendiğin bir seni sevemezsin.

Eğer size değer veren birilerini tanıyorsanız; arkadaşlarınız,sevgiliniz, aileniz vesaire; bırakın yalnızlık edebiyatı yapmayı; havalı görünmek için tekbaşına da yürümeyin. Yalnızlık büyütmez, çürütür. Ve sizi yalnızlıktan kim kurtarıyorsa onlara değer vermeyi ihmal etmeyin derim.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Yazmak

19 yaşındaysanız hayat çok yeni olabiliyor (mu?)

Cedricvari bir giriş yaptım doğrudur. Asıl amacım yazmanın ne denli önemli olduğunu ve benim bu blok(Türkçede harfler b,c,d,g ile bitmez!) ile neyi amaçladığımı anlatmaktı. Hala da öyle.

Okumayı 6 yaşında öğrendiğimden beri okuduğum iki şey var; bilimsel yazılar ve bilgisayar. Şu aralar buna ders kitapları, yargıtay içtihatları vesaire eklendi. Daha öncesi de var, dil,müzik,edebiyat vs. Elime ne geçerse okuyorum denebilir, ama bitirdiğim fazla bir alan olmadı şimdiye kadar. Bir ingiliz deyimi der(miş) ki: "Jack of all trades, master of none". Beni daha iyi anlatan bir kelime grubu daha bulunabilir mi? "Her şeyden anlayan, hiçbir şeyde usta olmayan" demek. Evet ben tam da buyum. Anlamadığım çok az şey var, uzman olduğum tamamıyla anladığım pek bir şey yok. Benim gibi insanların ne yapabileceğini çok düşündüm durdum. Yönetici olabilirler çünkü her personelin işinden anlayabilirler. Ama liderlik vasfı yoksa o da yatar. Her neyse bu başka bir konu.

Sonuç olarak çok şey okudum, kafamı çok doldurdum. T.C. kimlik numaralarından tutun da çalıştığım bürodaki dosya numaralarına kadar. Telefonuma kaydetmeyip de ezberlediğim bir sürü numara var. Son zamanlar düzene ihtiyacım olduğunu farkettim.

Düzensizlik o kadar çok ki, durumu anlatmam ancak Sinestezya'daki Noel Brun'u örnek vermekle mümkün. Noel Brun mükemmel hafızaya sahipti.(Benimki mükemmel hafıza değil, dağınık bir hurda yığını sadece). Sanata dair çok şey denedi, ama neyi üretmeye kalksa bir başkasının eserini taklit ettiğini farkediyordu. Şu aralar ben de bunu yaşadığımı farkettim. İşin aslı fazla ilerletmedim de ama bir eser okuyunca-izleyince o kadar kapılıyorum ki bir şey yazıp çizdiğimde onun kopyası gibi oluyor. Bu yüzden artık günlük tarzında yazıyorum. Böylelikle hafızamı toplayıp kafamı dinlendireceğime inanıyorum.

İşte yazmanın faydası bu millet. Kafayı toplamaya yardımcı oluyor.
Bir de tumblr'da çok fazla ergen gördüğümden blogspot'u daha bir sevdim. İşte burda olma sebebim.

Merhaba!

Düzenli olarak yazmayı denediğim 12345565765wasadsfdsfdfd'ıncı bloguma hoşgeldiniz. Lafı fazla uzatmıcam çünkü yarın öbürgün bırakırsam şaşalı bir giriş yapılmış ama bir şey yazılmadan mayalanmış bir bloğu daha heba etmiş olucam.

Neyse, zaten fazla kimse okumıcak. Okuyanlar da beni tanıcak, %0,0001 ihtimal için de olsa kendimi tanıtayım:, Kadir Tanrıverdi, Marmara Üni. Hukuk Fakültesi öğrencisiyim. O kadar.